Yazdıklarında hep bir "ben" aradım.
Çünkü benim yazdıklarımda hep sen vardın.
23 Şubat 2010 Salı
Fırında patatesli,bir o kadar da düşünceli tavuk
Efendim uzun zamandır bloga yazmıyordum.
Kafa karışıklıkları,işsizlik,ablam 30 yaşında oldu eyvah ne yapmak lazım derken zaman akmış geçmiş.
Bu arada da geçen gün şifayı da kapmışım bir güzel.Yine nezleyim.Hayret...
Neyse, iki günlük benical bombardımanından sonra bir nebze kendime gelebildim.Gerçi kemiklerim ara ara hala sızlar halde,burnumsa sen ne yaparsan yap ben durmadan akmaya devam edeceğim diyor.
Bu sabah biraz daha enerjik uyandım. Aslında ilk uyandığım dakika ölüyorum sandım ama sonra kendi kendime: "Corc bunların hepsi senin kuruntuların.Haydi kalk kalk!" dedim. Kahvaltımı ettim.Sonra da geçtim bilgisayarın başına.
Öncelikle maillerimi kontrol ettim.Daha doğrusu okumadan çoğunu sildim.Bir ara şu istemediğim maillerin nasıl direkt junk'ıma gelmelerini sağlayabileceğimi öğrenmem lazım.Bütün bu düşünceler kafamın içinde ahenkle dans ederken birden aklıma buzdolabındaki tavuk butları geldi.Biz insanlar ne acayip mahlukatlarız yahu!!Junk ile tavuğun ne ilgisi var?Bunu galiba yemek yapmayı sevmeme bağlıyorum.Bir o kadar da yemeği sevmeme de tabii.
Hemen google.it'e tıkladım.Arama alanına "ricetta pollo al forno con patate" (fırında patatesli tavuk tarifi) yazdım. Niye gidip italyan sitelerinden fırında tavuk tarifi alıyorsun diye soracak olabilirsiniz. Ama galiba ben yemek yapmayı en çok İtalya'da sevdim. Halam'la yaşadığım süre içerisinde en mutlu olduğum anlar genellikle mutfakta olduğum anlardı.Halam gününün büyük bir bölümünü (yapacak daha önemli bir işi olmadığı sürece) mutfakta geçirirdi.Sınavlarım ve derslerim olmadığı müddetçe ben de onun yanında durup onu izlerdim.Bazen yardım ederdim.Bazen kritik bir yemek denediğinde doğal olarak yardım etmeme izin vermezdi.Bazense:"Bunu denemek ister misin?Al sen yap." derdi.Böylece tahmin edebileceğiniz üzere hayatımın en dobiş evresini İtalya'da halamla yaşarken geçirmiş oldum.
Konunun dışına çıktım sanıyorsanız yanılıyorsunuz.Çünkü ben bir yandan tarifi okurken diğer yandan aklımdan bunları geçiriyordum.Halamın yemeklerini özledim.Onun muhteşem mutfağını özledim.Yine o müthiş mutfağında yemek yaparken saçma saçma gülüşlerimizi özledim.Kısacası halamı özledim.
Evet...Ne diyorduk?Hah tavuk!Tarifi okuduktan sonra ellerimi bir güzel yıkadım ve mutfağa gittim.Buzdolabından tavuk butlarını çıkardım.Aslında okuduğum tarif bütün bir tavuk kullanıyordu.Ama bunun bir önemi yok.Ha bütün tavuk, ha tavuk butu.Zaten tavuğun en sevdiğim bölümü buttur.Lezzetlidir,ağızda dağılır ve de en önemlisi kemiklidir.Kemikli olduğu için fırında çok fazla kurumaz eti.Tam kıvamında bir sululukla kalır.
Efendim bu önemli ayrıntılardan sonra gelelim uygulamaya.Tavuk butlarını alıp bir güzel sudan geçirdim.Sonra kağıt peçete ile iyice kuruladım.Gerçi bugün satın aldığımız piliçlerde çok tüy olmuyor ama ben yine de butların derisini direkt ocağa tuttum belki bir iki tüy kalmıştır diye.Bunları yaptıktan sonra dört beş tane(şimdi hatırlamıyorum ama galiba dört taneydi)orta büyüklükte patatesi soydum.Güzelce yıkadıktan sonra iri parçalar halinde kestim.Ardından bir kaba dört yemek kaşığı zeytinyağı, bol rosmarino yani biberiye, 2 diş sarmısak , karabiber ve tuz koyup karıştırdım. Tarifte sarmısağı elinizle biraz ezdikten sonra zeytinyağına eklerseniz sosunuz daha lezzetli olur yazıyordu.Ben de sadık bir okuyucu olarak sarmısakları zeytinyağına elimle ezdikten sonra ilave ettim. Bu arada eğer biz biberiye bulamıyoruz, (Bu koca bir yalan olur.Çünkü artık her süpermarkette var.)evde kullanmıyoruz ya da sevmiyoruz diyorsanız yerine kekik kullanabilirsiniz.
Bütün bunları yaptıktan sonra işiniz artık çok kolay.Eğer evinizde yağlı fırın kağıdı yoksa (ki bende yoktu)tepsinize bir fırça yardımıyla bir miktar hazırladığınız sostan sürün.Ardından üstüne keskin bir bıçak yardımıyla bir iki çizik attığınız butlarla patatesleri yağlanmış tepsinize yerleştirin.Son olarak da arta kalan sosu patates ve tavukların üstüne boca edin.Bu arada sosun her yere eşit dağılmış olmasına dikkat edin ama.
Önceden 200 derecede ısıtılmış fırında yaklaşık 1 saat boyunca patatesli tavuklarınızı pişirin."Bunun tam bir zamanlaması yok mu?","Nereden anlayacağım piştiğini?" diye soracak olursanız artık o sizinle yemeğiniz arasında olan bir şey.Ben karışamam.Kiminin tavuğu 1 saatte pişer, kimininki 40 dakikada.Yemeğinizin ne zaman piştiğini ancak siz, yemek sahipleri anlarsınız.Ama bu konuda size verebileceğim bir tavsiye var tabiiki de. Patateslerin pişip pişmediğini anlamak zor değildir.Fırını açarsın,çatalını patatese batırırsın. Zaten çatalın patatese batışından her şey anlaşılır.Ha ben yine de anlamam diyorsanız o zaman çıkarın bir patates,tadına bakın.Tavuk içinse yine aynı uygulama geçerli.Çatalı tavuğa batırdığında tavuktan kan geliyorsa henüz pişmemiş demektir.Yok kan gelmiyorsa,derisi muazzam bir şekilde kızarmışsa o zaman o tavuk olmuştur.
Size küçük bir ipucu daha."Peki yaptığım sosa rağmen tavuğum ya çok kuru olursa?" diye endişeleniyorsanız,fırınınıza tepsinizin altına gelecek şekilde bir cam kabın içine su koyun.O zaman tavuğunuzun kurumayacağından emin olabilirsiniz.
O zaman bana da sana da afiyet olsun!!!
Kafa karışıklıkları,işsizlik,ablam 30 yaşında oldu eyvah ne yapmak lazım derken zaman akmış geçmiş.
Bu arada da geçen gün şifayı da kapmışım bir güzel.Yine nezleyim.Hayret...
Neyse, iki günlük benical bombardımanından sonra bir nebze kendime gelebildim.Gerçi kemiklerim ara ara hala sızlar halde,burnumsa sen ne yaparsan yap ben durmadan akmaya devam edeceğim diyor.
Bu sabah biraz daha enerjik uyandım. Aslında ilk uyandığım dakika ölüyorum sandım ama sonra kendi kendime: "Corc bunların hepsi senin kuruntuların.Haydi kalk kalk!" dedim. Kahvaltımı ettim.Sonra da geçtim bilgisayarın başına.
Öncelikle maillerimi kontrol ettim.Daha doğrusu okumadan çoğunu sildim.Bir ara şu istemediğim maillerin nasıl direkt junk'ıma gelmelerini sağlayabileceğimi öğrenmem lazım.Bütün bu düşünceler kafamın içinde ahenkle dans ederken birden aklıma buzdolabındaki tavuk butları geldi.Biz insanlar ne acayip mahlukatlarız yahu!!Junk ile tavuğun ne ilgisi var?Bunu galiba yemek yapmayı sevmeme bağlıyorum.Bir o kadar da yemeği sevmeme de tabii.
Hemen google.it'e tıkladım.Arama alanına "ricetta pollo al forno con patate" (fırında patatesli tavuk tarifi) yazdım. Niye gidip italyan sitelerinden fırında tavuk tarifi alıyorsun diye soracak olabilirsiniz. Ama galiba ben yemek yapmayı en çok İtalya'da sevdim. Halam'la yaşadığım süre içerisinde en mutlu olduğum anlar genellikle mutfakta olduğum anlardı.Halam gününün büyük bir bölümünü (yapacak daha önemli bir işi olmadığı sürece) mutfakta geçirirdi.Sınavlarım ve derslerim olmadığı müddetçe ben de onun yanında durup onu izlerdim.Bazen yardım ederdim.Bazen kritik bir yemek denediğinde doğal olarak yardım etmeme izin vermezdi.Bazense:"Bunu denemek ister misin?Al sen yap." derdi.Böylece tahmin edebileceğiniz üzere hayatımın en dobiş evresini İtalya'da halamla yaşarken geçirmiş oldum.
Konunun dışına çıktım sanıyorsanız yanılıyorsunuz.Çünkü ben bir yandan tarifi okurken diğer yandan aklımdan bunları geçiriyordum.Halamın yemeklerini özledim.Onun muhteşem mutfağını özledim.Yine o müthiş mutfağında yemek yaparken saçma saçma gülüşlerimizi özledim.Kısacası halamı özledim.
Evet...Ne diyorduk?Hah tavuk!Tarifi okuduktan sonra ellerimi bir güzel yıkadım ve mutfağa gittim.Buzdolabından tavuk butlarını çıkardım.Aslında okuduğum tarif bütün bir tavuk kullanıyordu.Ama bunun bir önemi yok.Ha bütün tavuk, ha tavuk butu.Zaten tavuğun en sevdiğim bölümü buttur.Lezzetlidir,ağızda dağılır ve de en önemlisi kemiklidir.Kemikli olduğu için fırında çok fazla kurumaz eti.Tam kıvamında bir sululukla kalır.
Efendim bu önemli ayrıntılardan sonra gelelim uygulamaya.Tavuk butlarını alıp bir güzel sudan geçirdim.Sonra kağıt peçete ile iyice kuruladım.Gerçi bugün satın aldığımız piliçlerde çok tüy olmuyor ama ben yine de butların derisini direkt ocağa tuttum belki bir iki tüy kalmıştır diye.Bunları yaptıktan sonra dört beş tane(şimdi hatırlamıyorum ama galiba dört taneydi)orta büyüklükte patatesi soydum.Güzelce yıkadıktan sonra iri parçalar halinde kestim.Ardından bir kaba dört yemek kaşığı zeytinyağı, bol rosmarino yani biberiye, 2 diş sarmısak , karabiber ve tuz koyup karıştırdım. Tarifte sarmısağı elinizle biraz ezdikten sonra zeytinyağına eklerseniz sosunuz daha lezzetli olur yazıyordu.Ben de sadık bir okuyucu olarak sarmısakları zeytinyağına elimle ezdikten sonra ilave ettim. Bu arada eğer biz biberiye bulamıyoruz, (Bu koca bir yalan olur.Çünkü artık her süpermarkette var.)evde kullanmıyoruz ya da sevmiyoruz diyorsanız yerine kekik kullanabilirsiniz.
Bütün bunları yaptıktan sonra işiniz artık çok kolay.Eğer evinizde yağlı fırın kağıdı yoksa (ki bende yoktu)tepsinize bir fırça yardımıyla bir miktar hazırladığınız sostan sürün.Ardından üstüne keskin bir bıçak yardımıyla bir iki çizik attığınız butlarla patatesleri yağlanmış tepsinize yerleştirin.Son olarak da arta kalan sosu patates ve tavukların üstüne boca edin.Bu arada sosun her yere eşit dağılmış olmasına dikkat edin ama.
Önceden 200 derecede ısıtılmış fırında yaklaşık 1 saat boyunca patatesli tavuklarınızı pişirin."Bunun tam bir zamanlaması yok mu?","Nereden anlayacağım piştiğini?" diye soracak olursanız artık o sizinle yemeğiniz arasında olan bir şey.Ben karışamam.Kiminin tavuğu 1 saatte pişer, kimininki 40 dakikada.Yemeğinizin ne zaman piştiğini ancak siz, yemek sahipleri anlarsınız.Ama bu konuda size verebileceğim bir tavsiye var tabiiki de. Patateslerin pişip pişmediğini anlamak zor değildir.Fırını açarsın,çatalını patatese batırırsın. Zaten çatalın patatese batışından her şey anlaşılır.Ha ben yine de anlamam diyorsanız o zaman çıkarın bir patates,tadına bakın.Tavuk içinse yine aynı uygulama geçerli.Çatalı tavuğa batırdığında tavuktan kan geliyorsa henüz pişmemiş demektir.Yok kan gelmiyorsa,derisi muazzam bir şekilde kızarmışsa o zaman o tavuk olmuştur.
Size küçük bir ipucu daha."Peki yaptığım sosa rağmen tavuğum ya çok kuru olursa?" diye endişeleniyorsanız,fırınınıza tepsinizin altına gelecek şekilde bir cam kabın içine su koyun.O zaman tavuğunuzun kurumayacağından emin olabilirsiniz.
O zaman bana da sana da afiyet olsun!!!
12 Şubat 2010 Cuma
Bilseydim...
Kimseye zarar vermek değil niyetim.
Kimsenin keyfini bozmak da değil.
Niye diye sorma, ben de bilmiyorum.
Sadece üzgünüm...
Kimsenin keyfini bozmak da değil.
Niye diye sorma, ben de bilmiyorum.
Sadece üzgünüm...
2 Şubat 2010 Salı
SABAH
Cebine bir ton güzellik koyup gelmiş
belki de farkına varmadan.
Güzellik kattı günüme.
Sonra kafasında şapkası,
elinde acıbademi
salına salına yürüdü
yağmur damlalarının altında.
Ve gitti...
belki de farkına varmadan.
Güzellik kattı günüme.
Sonra kafasında şapkası,
elinde acıbademi
salına salına yürüdü
yağmur damlalarının altında.
Ve gitti...
1 Şubat 2010 Pazartesi
UNUTULUR
Evet, insan unutur.Belki zaman alır.Ama insan unutur.Acısı diner,yeni umutlar edinir.Başka çaresi yoktur çünkü.Ҫünkü her insan aslında sadece kendini düşünür.Düşünmelidir de hayatına devam edebilmesi için.
Böyle durumlarda anahtar kelime düzendir çoĝu zaman.Düzen kuruldu mu her şey yerli yerine oturdu mu unutmak kolaylaşır.Günler daha çabuk geçmeye başlar.Kendine eziyet etmezsin artık.Başka projelerin olur.Hatta durup dururuken bir sevinç sarar bütün vücudunu.Nedenini bilmediğin bir sevinç… “İşte bugün güzel bir gün” dersin.Zaman böylece akıp giderken birden küçük bir şey sana unuttuĝunu hatırlatır.Daha doğrusu aslında unutmadıĝını…
Hayır, insan unutmaz, unutamaz. Sadece unuttuğunu sanır.Kendini buna inandırır.Eğer unutmak, tamamen unutmak bir daha hatırlamamaksa ve sen her gördüğünde hatırlıyorsan , aslında hiç unutmamışsındır.
Böyle durumlarda anahtar kelime düzendir çoĝu zaman.Düzen kuruldu mu her şey yerli yerine oturdu mu unutmak kolaylaşır.Günler daha çabuk geçmeye başlar.Kendine eziyet etmezsin artık.Başka projelerin olur.Hatta durup dururuken bir sevinç sarar bütün vücudunu.Nedenini bilmediğin bir sevinç… “İşte bugün güzel bir gün” dersin.Zaman böylece akıp giderken birden küçük bir şey sana unuttuĝunu hatırlatır.Daha doğrusu aslında unutmadıĝını…
Hayır, insan unutmaz, unutamaz. Sadece unuttuğunu sanır.Kendini buna inandırır.Eğer unutmak, tamamen unutmak bir daha hatırlamamaksa ve sen her gördüğünde hatırlıyorsan , aslında hiç unutmamışsındır.
DÜŞÜNEMEYEN DÜŞÜNCELER
Beden midir ruhtan önce isyan eden?
Yoksa ruh mudur bedeni isyan ettiren?
Bence hayattır her şeyin sorumlusu.
Hayattır seni güldüren, beni aĝlatan,
Seni acıtan, beni güldüren.
Hayattır her şeyden muaf görünüp
Her şeyi mahvedebilen.
Yoksa ruh mudur bedeni isyan ettiren?
Bence hayattır her şeyin sorumlusu.
Hayattır seni güldüren, beni aĝlatan,
Seni acıtan, beni güldüren.
Hayattır her şeyden muaf görünüp
Her şeyi mahvedebilen.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)